Lightbox Istanbul Prodüksiyon Şirketi’nin kurucularından biri olan Murat Dikmen’in çektiği fotoğraflar, Türkiye’nin ik fotoğraf müzayedesinde, Borusan Koleksiyonu’na satılmış. Fotoğraf sanatına ABD’de aşık olan Dikmen, çalışmalarını moda ve reklam alanlarında sürdürüyor.
Charm&Beauty dergisinin ilk sayısının kapağını ve güzellik çekimini gerçekleştiren Murat Dikmen, bir kadının güzelliğinin gözlerindeki enerji ve içtenliğe bağlı olduğunu düşünüyor…
Hazırlayan: Ece Çağlar
Fotoğrafçılık eğitimini nerede aldın? ABD’den sanatsal açıdan nasıl birikimlerle döndün?
Bilinenin aksine ben Fotoğraf ve Video’nun akademik eğitimini Türkiye’de Bahçeşehir Üniversitesinde aldım. Amerika’da hobi olarak fotoğraf çekmeye başladım ve bir süre sonra sokaklarda, insan, doğa çekimleri yapmaktansa kendi kurguladığım şeyleri çekmekten hoşlandığımı fark ettim ve daha da ilerlemek için Üniversite okumam gerektiğine karar verip Türkiye’ye döndüm. Türkiye’de sokaklarda çekilen ve ”sanat fotoğrafçılığı” olarak düşünülen fotoğrafçılık türü Amerika’da 50 yıl önce bitmiş. Sokakta çekimler yapmak artık tarih olmuş onlar için. En büyük avantajım bunun bilincinde olarak Türkiye’ye dönmek oldu. Öğrencilik yıllarımda hocalarımızın verdiği sokak, belgesel fotoğrafçılığı ödevleri hep külfet, eziyet gibi gelmiştir, böyle fotoğraflar çekmek gibi hayallerim hiç olmadı.
Oradaki fotoğraf ve sanat ortamını Türkiye’deki ortamla karşılaştırabilir misin?
Amerika’da sanat yaşamın içinde, bir galeriye, müzeye gitmenize gerek yok, New York’ta Lower Eastside’da salaş bir bara girmeniz mekanı ve insanları yaşamanız yeterli. Sokaklarda inanılmaz kostümler, çılgın makyajlar, öğrenci filmi çekimleri, hep sanatı hayatın içinde kılıyor. Soho’da tasarımcı mağazalarının küçücük vitrinlerinde, eski bina duvarlarında, grafitilerde sanatı görmek mümkün. Türkiye’ de sanatı nereye konumlandırırız onu bile bilemiyorum. Türkücülere sanatçı diyoruz, TV programlarında mankenlere de sanatçı denmeye başlandı. Gerçek sanatçıların durumu daha da vahim. Sergi sergi gezip kart dağıtıyorlar ünvan olarak da sanatçı yazıyor kartta. Amerika’da bir sanatçı kendine asla sanatçı demez bu ayıptır, görgüsüzlük gibi algılanır. O yüzden çok ciddi yol almamız gerekiyor, Amerika ile kıyaslanmamız için hepimizin gelişmesi lazım.
Türkiye’deki fotoğraf sanatçılığı eğitimi hakkında ne düşünüyorsun? Sence buradaki eksiklerimiz nelerdir?
Türkiye’de fotoğraf eğitimi malesef çok geri kalmış durumda, bunun en büyük sebebi üniversitedeki hocaların fotoğrafçılık deneyimleri, fotoğraf gezileri düzenleyip doğa fotoğrafları çekmenin ötesine geçememesi. Sektörün içinde iyi yönetmen ve fotoğrafçıların ders vermeye ayıracak zamanı yok. Fotoğraf bir uygulama eğitimi, yani teorik olarak fotoğrafta başarılı ve bilgili olmanız sizi hoca yapmaya yetse de maalesef piyasa şartlarına hakim olamazsanız yetiştirdiğiniz öğrenciler başarısız oluyor. Ben okulda çok başarılı olan bir çok arkadaşımdan bunu bizzat gözlemledim. Okulda kağıt üzerindeki başarı gerçek hayatta işe yaramadı, bu o öğrencilerin kötü olduğundan değil eğitimin yanlışlığından oldu.
Fotoğraf, ”sanat” ya da ”ticari” hangi alana bakarsanız bakın piyasada var olan iş üreten hocalardan öğrenilmesi zorunlu bir branştır.
Türkiye’de moda fotoğrafçılığının geldiği noktayı değerlendirebilir misin? Hangi fotoğrafçıların işlerini beğeniyorsun?
Türkiye’de moda fotoğrafçılığı zor bir süreçten geçiyor. Her fotoğraf makinesi sahibi olan işsiz, bir süre sonra kendini fotoğrafçı ilan ediyor. Bunlar piyasa şartlarını zor hale getiriyor. Bu bir süreç, tüm bu kuru kalabalık bir süre sonra iş yapamaz hale gelecek. O zaman iyiler yine piyasada var olmaya devam edecek.
Tabii bir de tüm dünyayı kasıp kavuran çok başarılı Türk fotoğrafçılar var. Mert & Marcus, Cüneyt Akeroğlu, Koray Birand gibi, bende tüm dünya gibi bu isimleri takip ediyorum.
Genelde ticari işler mi sanatsal işlerle mi ön planda olmak istersin? Moda fotoğrafçılığı sence sanatsal bir iş midir ticari mi? Yoksa her ikisi birden mi?
Ben aldığım eğitim ve yapım gereği asla kendime sanatçı diyemem. Yani sanat içerikli bir çekim yaptığımda bile ”sanatsal çekim” diye adlandırıyorum. Ve ben bir moda fotoğrafçısıyım, ticari işler yapıyorum bu işleri seviyorum. Zaman, zaman sanatsal çekimler yapıp sergi projeleri hazırlasam da esas işim moda fotoğrafçılığı. Moda fotoğrafı, yapısı gereği sanat fotoğrafı olmaktan çok uzak, çünkü o günün moda şartlarına göre hazırlanıyor ve bir kaç yıl sonra moda anlayışı değiştiğinde o fotoğrafların da modası geçmiş oluyor. Yine de geçmişte olduğu gibi istisnai durumlar da yok değil, örneğin Mert & Marcus’un iyi işleri bir çok büyük sanat müzelerinin arşivlerine giriyor. Çok iyi moda işleri de tarihte yerini alacaktır.
Moda fotoğrafçılığında kadın bedeni ve çehresi daima ön planda. Bir modelin güzelliğini değerlendirirken hangi unsurlara dikkat ediyorsun?
Aslında tüm sanat dallarında tarih boyunca kadının güzelliği ve estetiği en önemli öge olmuş. Tarihte güzel kelimesi de ilk kez kadınlar için kullanılmış ve hala güzel dendiğinde akla ilk kadın geliyor. Model seçimi aslında bir takım formüller ile yapılıyor, çekimin hangi firmaya yapıldığı, izleyici kitlesi kim, bedeni nasıl olmalı gibi bir sürü unsur var. Bunlara göre kafamızda bir şablon oluşturuyoruz, sonrasında seçmeler başlıyor ve benim oradaki en önemli kriterim modellerin gözlerindeki enerji ve içtenlik. Açıkçası geri kalan tüm kusurları photoshopta halledebiliyoruz, kiloyu arttırıp azaltabiliyoruz, vücudun kusurlarını düzeltebiliyoruz aklınıza ne gelirse yapabiliyoruz, ama gözlerindeki samimi bakış malesef değiştirilemiyor. Bu da izleyiciye direkt geçen bir his. Ben hep gözlerinin içten bakmasına önem veriyorum.
Moda fotoğrafçılığının geçmişinden günümüze, güzellik kavramları nasıl evrimleşti? Gözlemlerini aktarabilir misin?
Moda fotoğrafçılığında biraz geriye gittiğimizde sanat fotoğrafçılığı ile iç içe geçmiş bir tarihi var. Bu da bizi tüm sanat alanlarında gözlemlenen balık etli kadından sıfır beden kadına geçiş sürecine götürüyor. Tüm sanat tarihi boyunca balık etli dediğimiz hafif toplu kadınlar sağlıklı, güzel olarak çizilmiş ve gösterilmiş. Aslında insan evrimi de bu yönde gelişmiş. Sağlıklı, süt veren anne biraz dolgun olmalı, ya da sağlıklı şekilde doğum yapacak anne kilo alıyor ve vücudundaki yağ oranı artıyor. Fakat bu süreç yüz yıllar boyunca devam etmiş olmasına rağmen, fotoğrafın çıkışından sonra, flashların icadı ve teknolojinin geriliği sebebi ile, balık etli güzel dediğimiz kadınlar eski flash ve kamera sistemlerinde olduklarından daha iri görünmeye başladıkları için daha zayıf kadınlar tercih edilmeye başlanmış. Bunun sonucu insanlar dergilerde, kataloglarda daha zayıf kadınlar görmeye başlayınca, onların daha güzel olduklarını düşünmeye başlayıp yemek yeme alışkanlıklarını, görünüşlerini değiştirmeye başlamış. Ve artık tüm algımız değişti. Bugün televizyon ekranlarında zayıflık yarışı içinde insanlar. Televizyon ekranında kilolu birini gördüğümüz zaman yadırgıyoruz, çünkü bize öğretilen zayıf olmak!
Fotoğraf sanatçılığı dünyayı değiştirebilir mi? Ya da bu konuda nasıl bir katkı sağlıyor sence?
Biraz önce anlattığım durumdaki gibi zayıf kadın fotoğraflarının yaygınlaşması tüm güzellik tarihini değiştirdi. Geçmişte başka örnekler de var. Manipule edilmiş Amerika’nın zafer kazandığını gösteren fotoğraflar, karşı ordularda yenilgi algısı oluşturup silah bıraktırmış. Ya da televizyonlara bakalım ne izlersek inanıyoruz ! Tabii fotoğraf eski inandırıcı gücünü kaybetti. Bir cinayet fotoğrafı gördüğümüzde bile eskisi gibi hemen inanmıyoruz. Videosunu araştırıyoruz Tv’de görürsek inanıyoruz.