Essporto Health&Fitness Club Beslenme Uzmanı: Özge Bezirci
Obezite ile şişmanlığın arasında ne fark var hangi sınırdan sonrasına obez tanısı koyabiliriz?
Obezite ve şişmanlık tanısı yağ yüzdesine göre belirlenir. Dünya Sağlık Örgütü’ne (World Health Organisation) göre, yağ yüzdesi %20-25 aralığında olan bireyler optimal aralıkta, %25-30 aralığında olan bireyler fazla kilolu (şişman), %30 ve üzeri ise obezite tanısı alır. Ancak obezitenin de kendi içinde sınıflandırması vardır. Yağ yüzdesi %40 ve üzeri olan bireyler morbid obez grubuna girer. Kısacası, boy-kilo oranlarına bakılarak yapılan hesaplar günümüzde geçerliliğini yitirmiştir. Önemli olan, bireyin yağ oranıdır. Her ikisi de aynı kiloda olan iki bireyden biri daha zayıf görünebilir, bunun sebebi yağ yüzdesinin daha düşük, aynı zamanda kas yüzdesinin daha yüksek olmasıdır.
Obezliğin ne kadarı genetik ne kadarı edinseldir? Neden obez oluruz?
Obezitede, genetik faktörün etkisi %30’dur. Obezite oluşumunun en önemli sebepleri çevresel faktörlere bağlıdır, yani sonradan kazanılan ya da aileden edinilen beslenme alışkanlıkları diyebiliriz. Sadece beslenme alışkanlıkları değil, kişinin 0-3 yaş aralığındaki ilk beslenme eğitiminden, egzersiz alışkanlarına, uyku düzeninden stres durumuna ve su tüketimine kadar birçok faktör obezite konusunda farklı etkenler oluşturur. Tüm bu etkenler olumsuz bir şekilde bir araya geldiğinde ve bir de ek olarak ailede obezite geni varsa, sonuç kaçınılmaz oluyor elbette. Ancak, kalıtsal olarak obezite öyküsü var diyerek bu durumu kabullenmek yanlış, obezite kesinlikle önlenebilir ve tedavi edilebilir.
Obeziteye yol açan bazı fonksiyon bozuklukları var mıdır? (hormonal sorunlar vb.) bunlar nasıl anlaşılır?
Obeziteye yol açan durumların başında tiroid bezlerine bağlı hastalıklar gelir. Tiroidlerimiz vücudumuzun orkestra şefleridir, metabolizmamızın yavaş ya da hızlı çalışmasını belirlerler. Eğer, tiroidleriniz olması gerekenden yavaş çalışırsa hipotiroid tanısı alırsınız, hipotiroidi belirtileri genel olarak çabuk yorulma, halsizlik, çabuk sinirlenme, son dönemlerde hızlı kilo artışı ve kiloyu kolay verememe gibi belirtilerdir. Bunun tam tersi olan hipertiroidi ise, tiroid bezlerinin aşırı çalışmasından kaynaklanır ve şikayet genelde ”ne yersem yiyeyim kilo alamıyorum” şeklindedir. Obezitede bir diğer önemli etken kan şekeri (glukoz) bozukluklarıdır. İnsülin direnci, üç aylık kan şekeri ortalaması (HbA1c), açlık ve tokluk kan şekerleri kontrol edilmelidir. Bazen tamamen şeker hastalığı tanısı olmasa bile, kan şekeri regülasyonunda hafif bozukluklar bile kilo vermeyi zorlaştırabilir. Düzensiz seyreden kan şekerinden dolayı ani tatlı krizleri, halsizlik, baş dönmesi, sinirlilik hali ve kilo verememe durumları yaşanabilir. Tiroid ve kan şekeri dışında; Demir, ferritin, B12 ve D vitamini obezite açısından mutlaka değerlendirilmesi gereken verilerdir.
Obezler neden verilen kiloları çabucak geri alıyor, nerede yanlış yapılıyor?
Obez bireylerde yapılan en büyük yanlış, düşük kalorili ve kalıcı olmayan diyetlerdir. Kişinin beslenme alışkanlığı değişmediği sürece, kilo vermiş olması hiçbir şeyi değiştirmez. Önemli olan, kilo vermek değil, en az bir yıl süre ile verilen kilonun korunmasıdır. American Journal of Public Health dergisinde yayınlanan araştırmaya göre, kilo veren bireylerin %53’ünün verdikleri kiloyu bir yıl içinde geri aldığı açıklanmıştır. Beş yıl içinde ise, %78’i verdikleri kiloları geri alıyor. Sağlıklı beslenme alışkanlıkları benimsenmedikçe, diyet ve spor yapmak kalıcı değil sadece geçici bir çözümdür.
Spor yapmaya vücudu müsait olmayanlar sadece diyetle kilo veremez mi?
Spor yapmaya vücudu müsait olmayanlar tabii ki ilk aşamalarda sağlıklı beslenme ve diyetle birlikte kilo verirler. Ancak, özellikle fazla kilo kayıplarında sarkmalar ve çatlaklar çok fazla olabilmektedir. Sporla birlikte daha sıkı ve fit bir görüntüye sahip olunur. En azından, haftanın üç günü 30-45 dakika arası yapılan hafif tempolu bir yürüyüş bile, hem oluşabilecek sarkmaları engeller, hem de kilo verme sürecinin hiç durmadan ilerlemesini sağlar. İlk haftalarda olmasa bile, diyetin 3. ve 4. haftasından itibaren, bireye uygun olan hafif bir egzersiz uygulanmalıdır.
Spor ve diyetle kilo verdikten sonra nasıl bir rutin izlemeli? İnsanlar kendini sıkmadan ama kontrollü nasıl hareket edip yiyip içebilir?
Kilo verdikten sonra, koruma dönemini tamamlamak çok önemlidir. Rutin bir koruma döneminde, kişi haftanın iki günü dilediği gibi beslenirken, kalan beş günü yine diyet gibi beslenmelidir, bu bir yöntemdir. İkinci bir yöntem ise, ‘gün içinde dengeleme’ dediğimiz yöntemdir ve çoğunlukla koruma dönemlerinde bu yöntem kullanılır. Örneğin, öğle yemeği öğünü kalorili ve karbonhidrat ağırlıklı ise, akşam öğünü tam tersi hafif ve karbonhidrat yönünden fakir olmalıdır. Temel prensip olarak, koruma döneminde hep ”denge” esastır. Koruma döneminde, çok sevdiğiniz kocaman bir dilim pasta yiyebilirsiniz elbette, ancak diğer öğünlerde sebze ağırlıklı beslenmeli, bol su içmeli ve 24 saat içinde güzel bir egzersizle telafi etmelisiniz. Kilo verdikten sonra, en az bir yıl boyunca kilonuzu korumadığınız takdirde, kilo vermiş sayılmazsınız.
Vücudun zamanla spora alışıp daha uzun süre hareketle kalori yakabilmesi gibi, diyete de alışıp metabolizmanın yavaşlaması, daha zor kalori kaybedip kilo kaybını engellemesi mümkün mü?
Vücut, o kadar sistemli işleyen bir mekanizma ki, bizi korumak adına her duruma çabuk adapte olma özelliğine sahip. Bu şekilde, diyete ve spora da çok çabuk adapte oluyor. Mesela, diyette ilk hafta çok fazla kilo kayıpları yaşanırken, ilerleyen haftalarda kilo kayıpları standart bir düzene giriyor. Her hafta aynı besinleri aynı zamanlarda ve aynı miktarlarda kullanırsanız, vücudunuz bir süre sonra istediğiniz tepkiyi vermeyecektir. İki haftada bir mutlaka beslenme düzeniniz, miktarlarınız, besin çeşitliliğinizin değişmesi gerekiyor. Vücudumuzu hem spor hem de diyet yönünden daima şaşırtmalıyız.